13 Mart 2012 Salı

yaşam ne kadar güzelmiş !


Hala kulaklarımdan gitmiyor.
Son derece duygusal ve içtendi.
Yetmiş küsur yıldır görmeden baktığı  sonbahar  güneşini, kır çiçeklerinin  ve sararmakta  olan yaprakların   güzelliklerini  anlatırken şaşkındı.
Karıncaların, bilinçaltında belki de kendine benzettiği telaşlı koşuşturmalarında, farkına vardığı metafizik bir  boşluğu vurguluyordu.
Şimdi artık yaşamayan ak saçlı dostumun, renkli güzel gözlerinde gördüğüm derin hüzün beni düşündürdü
Soramadım, belki de cesaret edemedim.
Aslında o, yıllardır bilincinin derinlerinde çoğalan bir özlemini dile getiriyordu.
Bir şeyleri  yeniden fark etmiş ve yaşamaya başlamıştı.
Söylemini şu cümleyle bitirdi
Yaşam ne kadar güzelmiş!
İnsanoğlunun sadece çocukluğunda ve yaşlılığında, yaşamın güzelliklerinin farkına varabilmesi, belki de onun en ilginç özelliklerinden birisi.
En güçlü ve en olgun  dönemlerinde ise, şaşılacak bir şekilde duyarsızlaşıyor.
Yaşamının bugünde, düşüncelerinin ise ancak geçmişte dolaşabildiğini bir türlü anlamak istemiyor.
İçinde yaşadığı toplum ondan bilinmez bir gelecek için  şimdiyi  feda etmesini  önerir.
Verilen değişmez örnek,  kapıda üşüyen aç cırcır böceği ve içerideki varlıklı karınca.
Ama acaba neden hep uç noktalarda dolaşan, tembel bir cırcır böceği ve köle gibi çalışan karınca örnek seçilir.
Çılgınca çalışarak, toplumun önemli bulduğu bir takım sanal hedefler arasında sıçrarken bastığı toprağı bile göremeyen insanların çağı.
Çok şeye sahip olduğunu sanan, ama yaşlılık  günlerinde gerçekte sahip olması gerekenlere asla sahip olmadığını  bilenlerin yüzyılı.
Herkes gençleşmeye çalışıyor.
Ama sadece yaşlılıklarını durdurmaya çalıştıklarını  kimse anlamıyor.
Önceki yüzyıllarda toplumun değerli insanları yaşlılar iken, şimdi onları görmek bile istemiyoruz.
Yatırımın neden  çocuklar ve gençler üzerine yapıldığını düşünmemiz gerekir.
Onlar da yaşadıkları sanal dünyanın hiç bitmeyen  masallarıyla, hoyratça ve akıllarını kullanmadan en güzel günlerini yaşamadan bitiriyorlar
Farkına vardıklarında da yapacakları bir şey kalmıyor.
Bizi mutlu edecek bir felsefenin  salt akılcı ya da duyumsal bir temele dayanması gerektiğinde bende birçok düşünür gibi ısrarcı olamıyorum, belki sezgisel , akıl ötesi ve duyum ötesi şeylere de dayanabilir.
Dünyanın geldiği bu noktada  bütünleyici felsefelere ihtiyacımız  olduğu çok açık olarak görülmektedir.
Uzlaşma yolları bulmalıyız.
Tüm insanlar artık bilmeli ki, insanlık, tüm bilgeliğini  bilgisini, güzelliğini ve özellikle paylaşımcı ve bağışlayıcı sevgi ya da yaşam saygısını seferber ederse bir türlü elde edemediği mutluluğa yaklaşacaktır.*
Acaba akıl insanlara bir ceza olarak mı verildi.
Yoksa, akıl dediğimiz şey insanı diğer canlılardan ayıran hastalığımı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder