Hala kulaklarımdan gitmiyor.
Son derece duygusal ve içtendi.
Yetmiş küsur yıldır görmeden baktığı sonbahar güneşini, kır çiçeklerinin ve sararmakta olan yaprakların güzelliklerini anlatırken şaşkındı.
Karıncaların, bilinçaltında belki de kendine benzettiği telaşlı koşuşturmalarında, farkına vardığı metafizik bir boşluğu vurguluyordu.
Şimdi artık yaşamayan ak saçlı dostumun, renkli güzel gözlerinde gördüğüm derin hüzün beni düşündürdü
Soramadım, belki de cesaret edemedim.
Aslında o, yıllardır bilincinin derinlerinde çoğalan bir özlemini dile getiriyordu.
Bir şeyleri yeniden fark etmiş ve yaşamaya başlamıştı.
Söylemini şu cümleyle bitirdi
Yaşam ne kadar güzelmiş!
İnsanoğlunun sadece çocukluğunda ve yaşlılığında, yaşamın güzelliklerinin farkına varabilmesi, belki de onun en ilginç özelliklerinden birisi.
En güçlü ve en olgun dönemlerinde ise, şaşılacak bir şekilde duyarsızlaşıyor.
Yaşamının bugünde, düşüncelerinin ise ancak geçmişte dolaşabildiğini bir türlü anlamak istemiyor.
İçinde yaşadığı toplum ondan bilinmez bir gelecek için şimdiyi feda etmesini önerir.
Verilen değişmez örnek, kapıda üşüyen aç cırcır böceği ve içerideki varlıklı karınca.
Ama acaba neden hep uç noktalarda dolaşan, tembel bir cırcır böceği ve köle gibi çalışan karınca örnek seçilir.
Çılgınca çalışarak, toplumun önemli bulduğu bir takım sanal hedefler arasında sıçrarken bastığı toprağı bile göremeyen insanların çağı.
Çok şeye sahip olduğunu sanan, ama yaşlılık günlerinde gerçekte sahip olması gerekenlere asla sahip olmadığını bilenlerin yüzyılı.
Herkes gençleşmeye çalışıyor.
Ama sadece yaşlılıklarını durdurmaya çalıştıklarını kimse anlamıyor.
Önceki yüzyıllarda toplumun değerli insanları yaşlılar iken, şimdi onları görmek bile istemiyoruz.
Yatırımın neden çocuklar ve gençler üzerine yapıldığını düşünmemiz gerekir.
Onlar da yaşadıkları sanal dünyanın hiç bitmeyen masallarıyla, hoyratça ve akıllarını kullanmadan en güzel günlerini yaşamadan bitiriyorlar
Farkına vardıklarında da yapacakları bir şey kalmıyor.
Bizi mutlu edecek bir felsefenin salt akılcı ya da duyumsal bir temele dayanması gerektiğinde bende birçok düşünür gibi ısrarcı olamıyorum, belki sezgisel , akıl ötesi ve duyum ötesi şeylere de dayanabilir.
Dünyanın geldiği bu noktada bütünleyici felsefelere ihtiyacımız olduğu çok açık olarak görülmektedir.
Uzlaşma yolları bulmalıyız.
Tüm insanlar artık bilmeli ki, insanlık, tüm bilgeliğini bilgisini, güzelliğini ve özellikle paylaşımcı ve bağışlayıcı sevgi ya da yaşam saygısını seferber ederse bir türlü elde edemediği mutluluğa yaklaşacaktır.*
Acaba akıl insanlara bir ceza olarak mı verildi.
Yoksa, akıl dediğimiz şey insanı diğer canlılardan ayıran hastalığımı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder