Dolu dolu yaşamanın en iyi yolu, her an ölmeye hazır olabilme çabalarıymış.
Varlığın, yoklukla olagelen
sıkı birlikteliği bu düşünceyi doğruluyor.
Ama nasıl gerçekleşebilir?
Ölüm doğaldır ve doğum
bilinemeyen bir süre sonra gerçekleşecek olan ölümün habercisidir.
Yaşamlar nedense, hep onu yaşayanların
düşündüğünden kısa olur.
Ölümün doğal sayıldığı
doğadan kendimizi dışlayarak, kendimizi farklı görerek çare ararız bu kötü
sandığımız finale.
Ama doğan her şey yok olacak,
ölecektir.
Bunu biliriz ama inanmayız.
Her an ölmeye hazır olmanın,
bizleri yaşamın gerçek hedeflerine yönelttiğini amaçları netleştirdiğini
söylüyor bir düşünür.
İnsanlar kendilerini sona
yakın hissettiklerinde özellikle sevdiklerine ve ahlaklı bir yaşama yönelirlermiş.
Ölüm ve ötesinin bilinçli bir
şekilde unutturulmak istendiği bir çağda yaşıyoruz.
Ama yine de, ruhumuzun var
olup olmayacağı, cennet, cehennem kavramları ve yeniden doğma düşüncelerini
dile getirmesek bile umutsuzca yanıt bulmaya çalışırız. Bu arayışlar bir şeyler kazandırdığı sürece yanıtların ne olduğu sanki önemli değil gibi gelmeye başladı bir süredir.
''Okyanusta açıkta aşağı yukarı hareket ederek çok eğlenen, küçük bir erkek dalga varmış.
Birdenbire sahile vurup
kırılacağını fark etmiş.
Uçsuz bucaksız denizde
sahile doğru ilerleyip yok olacaktı!
Yüzünde acı dolu ve ümitsiz
bir ifadeyle- Aman Tanrım, bana ne olacak demiş.
O sırada yanına aşağı yukarı
hareket ederek çok eğlenen bir dişi dalga belirmiş.
-Niçin bu kadar kederlisin
diye sormuş.
Erkek dalga’hiçbir şeyin
farkında değilsin, o sahile kayalara vurup
bir hiç olacaksın diye yanıtlamış.
Dişi dalga ''asıl sen
anlamıyorsun. Sen dalga değilsin ki; okyanusun bir parçasısın.''
Bu alegoriyi kısa bir süre
sonra öleceğini bilen bir yazarın kitabından alıntıladım.
O da dalga olmadığına ve
insanlığın parçası olduğuna, öleceğine ama yaşayacağına inanıyordu.
Yollar tükendiğinde,
kimi yanıtlat yanlış bile olsa insanı mutlu edebiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder