8 Mart 2012 Perşembe

Sinan hoca köyü, düşünceler...



Alabalık vadisinden doğan Manavgat  çayı, Oymapınar barajında   durulup gölleşmeden hemen önce Sinanhoca'dan  geçer.
Burası ilk bakışta, Antalya’ya bu denli yakın olmasına karşın, doğallığını koruyabilmiş ender yerlerden birisi gibi görünür insana.
Kara kovan ballarına, makiliklerin ve dağ çiçeklerinin  kokusu sinmiştir sanki.
Her mevsim başka renklerde akan soğuk çayında, ürkek kırmızı benekli alabalıklar gezinir.  
Sonbaharda, buza çalan maviliğin  hemen ötesinde başlayan kayalık dağların gümüşümsü yamaçları,  ağaçlarda ve yerlerde gezinen  yaprakların sarı, kahve ve  kırmızılarıyla doğanın en güzel tablolarından birisini yaratır.
Dağların sardığı küçük düzlük neredeyse köyün tüm kültür tarihini toplamıştır.
Acaba şu ahşap evin yanında duran  mahzun selvi ağacının Afganistan dağlarından, zeytin ve incirlerin Filistin ve Suriye'den, üzümlerin Hazar denizi güney kıyılarından, geldiğini bilen var mıdır buralar da?
Her öğlen köyün küçük camisinden yükselen ses, yine çok ama çok uzaklardan gelen bir inancın çağrısını köye yayar.
Amerikanın keşfi, haçlı seferleri, kavimler göçü, yunan kolonileri, Roma imparatorluğu, Osmanlılar ve daha nicelerinin  dağların ortasındaki şu  küçük vadiyi ve kültürünü birlikte ve yeniden yarattığına inanmak zor geliyor insana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder