7 Mart 2012 Çarşamba
yarışmaktan yoruldum
Spinoza'ya göre her şey varlığını sonsuza dek kendisi olarak sürdürmek ister.
Ama günü geldiğinde hepimiz, inşaat molozları gibi doğaya karışacağız.
Acı veren bu gerçeğin kaygılarını ne din, ne felsefe ve ne de bilimlerin iddialı söylemleri yok edemedi.
Sonsuzluğu insanın' bencil genlerinde' gören ünlü düşünür Richards Dawkins artık yaşamıyor.
Birkaç on yıl sonra muhtemelen ben de ölmüş olacağım.
Ama ona göre, genlerimiz milyonlarca yıl daha yaşayacakmış!
Böylesi bir sonsuzluk umurumda bile değil.
Bedenimin, genlerim tarafından sağ kalım makineleri olarak kullanılmaları düşüncesine alışamıyorum.
Dawkins'e göre genlerim yaşamdaki donanımlarımı yaratıp, bedenden bedene geçerek ölümsüzleşiyormuş.
Tıpkı yazılımların bilgisayarlar arası taşınması gibi.
Bilincim, yani 'kendim' dediğim şey, binlerce yıldır yarattığım ütopyaların bilinmezinde, birbiri ardına tükettiğim bedenlerim de geziniyor olabilir mi?
Bu sabah Ayvalık Gömeç'te zeytin ağaçları arasında uyandım. (Van Gogh gibi)
Yukarıda yazdığım bitmemiş yazıyı ertesi gün okuduğumda, tatile çıkma zamanımın geldiğini fark ettim.
Turizm adına her türlü soytarılığın yapıldığı Antalya'da yaşayan birisi olarak, tatil seçimlerimde hep zorlanmışımdır.
Tepesinde simsiyah bulutlarla gezen birisi nasıl bir tatil yapmalıdır?
Oldum olası o yıldızlı toplama kamplarından ya da programlı tatillerden hoşlanmadım.
Kimsenin olmadığı, saat ve takvime bakmadan, sorumsuzca yaşayacağım bir yer aradım ve sonunda Gömeç'e kardeşimin çiftliğine geldim.
Güneşle uyanıp, doğayı dinleyerek, ufka bakarak hiç bir şey yapmadan zaman geçirmenin tadını çıkarıyorum.
Karşımda uzanan binlerce zeytin ağacının gümüşümsü yeşil yaprakları ve aralarında henüz olgunlaşmamış meyveleriyle dolu bir orman var.
Sabah kahvaltılarımı tepede tek başına duran yüzyıllık bir meşenin altında yapıyorum.
Sadece yumurta, zeytin, peynir, ekmek ve çay bana yetebiliyor.
Kümeste samanların arasında parlayan yumurta görmeyeli yıllar olmuş.
Yaptığımız işin kişiliğimizi tanımlamasına tarihte ilk izin veren toplumuz.
Doktor olarak tanınmaktan, diğer insanlarla yarış yapmaktan artık yorulduğumu hissediyorum.
Sanki başarılı olduğumda yaptığım her şey, yediğim her halt makbul olacakmış gibi garip bir duygu içerisindeydim.
Bana o kadar çok ideal verildi ve mükemmel örnekler gösterildi ki, hep yetersiz kalıyorum sanki.
Hiçbir canlı mükemmel değildir ve ideal olana erişilemez.
Ama hep öyle olmamız isteniyor ve amaç gösteriliyor.
Hep yarını düşünüp kaygılanıyor, geçmişteki hataları anımsayıp kahroluyoruz.
O sırada bugün sessizce tükenip geçmişe süzülüyor.
Her şeyin mükemmel ama tek olduğu bir dünyaya inanan, her bireyin olduğu haliyle' benzersiz olduğu bir toplum düşlüyorum.
Şarkı söyleyenlerin alkış beklemediği, dinleyenlerin alkışlamadığı ama şarkı söylemenin ödülün kendisi olduğuna inanan bir toplum olabilir mi?
Ben böylesi bir toplumda yaşamak istiyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Richard Dawkins is alive and kicking... "Cok sukur" :)
YanıtlaSil