Felsefenin 'sorgulamadır' şeklinde yapılan tanımlamasını çok seviyorum.
Yapabilene bilgi sağlarken onun kişiliğini ve yaşamını özgünleştirebiliyor.
Sorgulamayan bireylerin yaşamları ise çoğunluk başkalarının gerçekleri tarafından şekillendiriliyor.
Ama ilginç olan şey kendimizi sorgulamadığımız için arzularımızı endişelerimizi tüm içtenliğimizle benimserken, onların bize dışarıdan dayatıldığını fark edemeyebiliriz.
Yaşam, bir endişeyi kenara bırakıp ötekine koştuğumuz, bir arzudan sıyrılıp kendimizi başka arzuların kollarında bulduğumuz bir süreç.
Zaman ise günü geldiğinde bu yaşamı ve varolan her şeyi yıkıp yok ediyor.
Antik yıkıntılar ve hele yabanıl doğa içerisinde yer alanlar, zamanın sonsuzluğu karşısında insanoğlunun acizliğini gösteren en çarpıcı kanıtlardır.
Böylesi yerlerde, tutku hırs gibi duyguların, mükemmellik arayışımızın ve tatmin olma çabalarının ne denli anlamsız olduğu hissedilir.
Ben bu duyguyla ilk kez Termessos harabelerinde tanıştım.
Büyük İskender'e bile baş eğmeyen topluluktan artakalanlar, çevrede sonsuzu soluyan güçlü, muhteşem bir doğa tarafından yok edilmek üzere sanki.
Yıkıntılar arasında yükselen, giderek onları örten ağaçlar, otlar, çiçekler arasında gezinenler.
Acaba her ilkbahar yenilenen doğanın, giderek yok olan bu yıkıntılarla yarattığı hüzün dolu çelişkisinin farkındalar mı?
Böylesi yerlerde, tutku hırs gibi duyguların, mükemmellik arayışımızın ve tatmin olma çabalarının ne denli anlamsız olduğu hissedilir.
Ben bu duyguyla ilk kez Termessos harabelerinde tanıştım.
Büyük İskender'e bile baş eğmeyen topluluktan artakalanlar, çevrede sonsuzu soluyan güçlü, muhteşem bir doğa tarafından yok edilmek üzere sanki.
Yıkıntılar arasında yükselen, giderek onları örten ağaçlar, otlar, çiçekler arasında gezinenler.
Acaba her ilkbahar yenilenen doğanın, giderek yok olan bu yıkıntılarla yarattığı hüzün dolu çelişkisinin farkındalar mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder