7 Mart 2012 Çarşamba

Giden gelmez dağları ve ölüm kaygısı


Alabalık vadisinde, çamlar arasındaki dar yoldan dere boyunca doğuya doğru yükseldiğinizde, bir süre sonra karşınıza bir köy çıkar.
Yalçın bir dağı arkasına almış, girişinde her an bitecekmişçesine titreyerek akan  çeşmesi ve ağaç  üzerine kazınmış ‘ Alabalık ve üzüm diyarına  hoş geldiniz ‘ yazısıyla, Üzümdere köyü.
Güneye baktığınızda, aşağılara uzanan bir uçurumun hemen ötelesinde, Giden Gelmez dağları her şeyi yaratmışçasına yukarılardan köye bakar.
Uçurumun dibinde, Üzümdere çayı kıvrımlar yapıp son derece sarp bir kanyonun içine dalar.
Biraz daha ötelerde vadi giderek daralırken, birden baş döndürücü bir yükseklikliğe tırmanan yan duvarlarla güneş görülmez olur.
Kanyonun güneyinden yayılan garip bir uğultu dikkat çeker.

Yaklaştıkça giderek artan bu ses, gökyüzüne dimdik tırmanan bir kayanın altından gelmektedir.
Manavgat,  buradan doğar ve kilometrelerce ötelerde denize dökülerek yok olur.
Sanki ayni anda doğumunu, gençliğini, erginliğini ve denize dökülüp gözlerden kaybolarak bir anlamda ölümünü yaşayan bir nehir var karşımda.
Ama gökyüzündeki bulutlar, yağan yağmurlar, karlar ve daha niceleri onun  hiçbir zaman kaybolmadığını fısıldıyor sanki bana.
Akıl doğanın insanlara verdiği bir armağan olabilir mi?
Ben, beni saran kaygılarımla hala evet diyemedim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder