21 Mayıs 2012 Pazartesi

Güller




Küçük bahçemde, sayısını hatırlayamadığım kadar çok çeşit renk ve kokularda güller yetiştirdim.
Gün doğumunun sessiz serinliğinde, onların renk ve kokularının en güzel algılanabildiği saatlerde aralarında olmak, anlatılmaz bir keyif verirdi bana.
Kimi gülleri, insanların doğa yardımıyla yaratmış oldukları sanat eserleri olarak görürüm.
Belki de ona uygarlığımızın simgesi demeliyim.
İnsanlarla beraber yaşamış, onlarla değişime uğramış ve sonunda bugünkü acıklı durumlarına birlikte düşmüş bir bitki.

Gül, beyaz ırkın en güzel tiplerini yetiştiren Kafkasya’dan Lübnan dağlarına kadar uzanan bir kuşakta doğmuş ve oradan dünyaya yayılmıştır.
Doğu Anadolu da bulunmuş olan Rosa Phenicea, kokulu güllerin atası kabul edilir.
Anadolu Kafkasya ve İran, sarı gülün dünyada ilk tanımlandığı bölgelerdir
Antep'te, 'sarı güllük' olarak bilinen,  tek katlı, kokulu sarı yaban güllerin doğal olarak yetiştiği bir bölgeyi anımsıyorum.
Sonrasında tüm kültür bitkilerinde olduğu gibi, binlerce insanın çabaları, doğadaki bu birkaç renk ve formdaki çiçeği on binlerce renk, koku ve farklılığa ulaştırır.
O dönemlere baktığımda, Violet Simpson, Magdelena de Nubiola, Moonlight, Mademaoiselle Marguerite, Prince Camille de Rohan ,
Madame Edouard Ory gibi isimlerin yeğlendiğini gördüm.
Yoğun bir duygusallığın hakim olduğu bu alana şimdilerde bakıldığında ekonomik yararın ön planda olduğu görülür.
İsimler artık salt tüketicilerin ilgisini çekme kaygısıyla seçilmektedir.
Bugün çoğu kişi için artık sadece kırmızı, sarı ve yeşil gül vardı
Hepsi cetvel gibi düz, uzun ve artık dikensiz bir sapın üzerinde açmayan, kokmayan  şeylerdir.
Yüzeysel ilişkilerimizde, ilişkilerimizi derinmiş gibi gösterdiğini sandığımız, düğün ve ölümlerde aklımıza gelen ruhsuz bir ot.

Çoğu kişi için yaşam denilen oynadığı sıradan oyunda kullandığı sıradan bir eşya.
Geçmişin güzellik ve estetik duygularının günümüze uzanan bir imitasyonu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder