24 Ocak 2014 Cuma

Sears







Bu sabah köyden geçerken, bir çocuk ilişti gözüme yolun kenarında, oyuncak cipinin direksiyonunda neşe içinde geziniyordu.
Düşüncelerim bir anda onlarca yıl geriye, doğunun devlet çiftliklerinden birisine, çocukluğuma uzandı.
Issız bir arazinin ortasında, tek katlı evin salonundayız ailecek. Amerika'dan henüz dönmüş babam, kocaman, korsanların define sandığına benzeyen ahşap sarı metal atkılı bir bavulu açıyor.
Bugünün çocuklarının kaşını bile oynatmayan şeyler....
Bana kurmalı bir taksi, abime lastik tekerlekli bir karış boyunda bir cip, mont, naylon yağmurluk, ilk kez gördüğümüz ucu silgili kalemler falan filan.
Bir devlet memurunun sınırlı maaşıyla alabileceği şeyler.
Doğadan başka eğlencesi olmayan iki kardeş, bu oyuncakları yatağımıza hatta rüyalarımıza bile misafir ettik.
1953 model, yaşamımın bu ilk oyuncak taksisi sağlam ve zembereği çalışır durumda salonumun baş köşesinde hala duruyor.
Günler sonra, sandığın dibinde yüzlerce sayfalık, kalın bol fotoğraflı bir kitap bulduk.
Günümüz AVM' lerinin dedesi diyebileceğimiz, ünlü Amerikan Sears mağazalarının alışveriş kataloğu...
Bol resimli yüzlerce sayfalık bir kitap.
Bir solukta oyuncak bölümüne geldiğimizde, yaşamımda hiç hissetmediğim çok güçlü bir duyguyla tanıştım.
O şeyi istiyordum..
İçinde benim yaşımda iki çocuğun oturduğu, ışık saçan farları, lastik tekerlekleriyle o cipi ölesiye istiyordum.
Sevgili Babam, acaba ortanca çocuğuna göre son derece mantıklı olan bu isteğe hayır derken ne düşündü ?
O güne değin her isteği karşılanan ben, zenginliğimin ve mutluluğumun sınırlarının isteklerimin sınırlarıyla olan bu garip ve incitici ilişkisini nasıl anlayabilirdim?
Çikolata, şeker istediğimde alabilen benim babam, o çok güçlü babam neden o oyuncağı alamıyordu bana?
Para neydi ki acaba?
Kapitalizmin ilk berbat deneyimini orada, her yere uzak o çiftlikte Sears'ın kataloğuyla yaşadım.
Gözyaşlarım sevgili babamı kimbilir ne kadar üzmüştür.
Keşke bugün yaşasaydı ve onunla paylaşabilseydim.



 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder