17 Temmuz 2012 Salı
Orman yolları
Orman yolları hep ilgimi çekmiştir.
Asfalt üzerinde zamanla yarışırken kimi zaman onları fark bile edemeyiz.
Sanki doğa meraklısı bir grayderin yıllar öncesi yaptığı öylesine bir gezintiden artakalmış gibidirler.
Birden yükseliveren bu patikaların, taşlar ve otlarla kaplı görünen başlangıcı kısacıktır, sanki daha ötelerin gizemlerini saklarmışçasına.
Hep bir gün bunlardan birinin ötelerinde kaybolmak istedim.
Bir düşünsenize nereye gidildiği, doğru yolun hangisi olduğu, ne kadar süreceği ve sonunda nereye ulaşılacağı bilinmeyen bir mekanda olmanın keyfini.
Kimselere danışmadan, yön göstergeleri olmadan, baskı hissetmeden geçirilebilecek öylesine bir zaman parçası.
Akdeniz'in kuzeyindeki dağlık kuşağı çok seviyorum. Yabanıl denilemez ama çağdaş dünyanın elinin henüz ulaşamadığı yerleri hala var.
Bayramların birinde, henüz güneş doğarken kahve ve çay termoslarımla yola çıktım.
Antalya olağanüstü bir kent, yarım saat sürecek bir yolculukla modern dünyanın tüm yaratılarından kaçabiliyorsunuz.
Ve ben kaçtım.
Orman yollarının görebildiğim en gizemlisine saptım.
Ama daha ilk metrelerinde içimde kaygı ve korku karışımı bir duygunun yoğunlaştığını fark ettim.
Doğadan çekiniyordum, çünkü içinde bulunduğum kültür, başarısını onunla yarışarak ve alt ederek elde ettiğini sanıyordu.
Dört çeker arabama karşın yinede huzursuzdum. Bir arıza yapabilir, beklenmedik bir sorun çıkarabilirdi.
Ayrıca toplumun düzeninden uzak kalmış buralara uymuş insanların olası davranışları hakkında kaygı duyuyordum.
Yani yabancıydım buralarda.
Çevremin güzelliği bu duyguları hemen uzaklaştırdı kafamdan.
Ormanların yağmur sonrası görünümünü ve ıslak toprak kokusunu çok severim.
Yeşil başka bir yeşil olurken, toprak parlar, ağaç altları beyaz mantarlarla dolar.
Birkaç saat sonra çam dallarından oluşmuş çatısından duman tüten kulübemsi bir şeyin önüne geldim.
Nereden çıktığını anlamadığım, soluk karanlık renkli köpekler arabamı sardı.
Ardından biri beliriverdi yanımda.
Uzun, ince yapılı ama yere sağlam basan, güçlü bir görünümü vardı.
Öylesine kesilmiş düzensiz bir sakal, uzun saçlar ve yanık kırış, kırış bir surat.
Adet olduğu gibi Müslümanımsı bir bayram selamı uzattık birbirimize.
İki hafta önce işaretli ağaçları kesmek üzere ormancılar tarafından bırakılmış.
Beklediğini hissettim, ona sormam gerekiyordu- falanca yere nasıl gideceğim?
Ama ben huzursuzdum, sormadığım gibi, bir an önce de oradan uzaklaşmak istiyordum.
Niyetimi belli eden veda sözcüğünü duyunca sarsıldı.
Aklına ilk gelen şeyi söyledi, Beyim çay içer misin?
Ama şekerim yok!
Ben yavaşça veda edip uzaklaşırken, daha doğrusu kaçarken, arkamdan seslendi,
Bal katardım !
Kalamadığıma, bal katılmış çayı içemediğime hala üzülürüm.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder