14 Ekim 2013 Pazartesi





Sevgili kedim on yaşında.
Yani kimilerine göre, ölüme olan uzaklığı elli altı yaşındaki bir insanla ayni.
Bizler on iki ayda bir yaş büyürken, onlar üç ayda bir yılı tamamlıyorlar.
Yani, ölüme dört kat daha hızla yaklaşıyorlar.
Çok yakında on'lu yaşlarını sürdürürken bile, benden çok ama çok yaşlı bir kedim olacak.
Tüylerindeki renkler soldu, bakışları yumuşadı, daha çok uyuyor ama hep mutlu mutlu mırıldanıyor.
Sanki evimde bir güneş, sessiz sakin huzur saçıyor, ısıtıyor her yeri.
Eski felsefi gelenekler ölüme değer verir ve biteviye sorgular.
Ölümü anladıklarında, ona alışacaklarına ve kaçınılmaz sonun yarattığı kaygıların hafifleyeceğine inanırlardı.
Olmadı...
Yakın dönemler ve günümüz çağdaş düşünürleri ise ilgi göstermez gibi duruyorlar.
Aslında unutturma ya da göz önünden uzaklaştırma olarak gördüğüm bu eylemin altında kimi ekonomik çıkarlar yatıyor gibi.
Hangisi doğru umurumda bile değil!
Öyle ya da böyle, birgün rüzgarım kesilecek, bir yeldeğirmeni gibi son kez dönüp duracağım. Hemde çevremde tüm kalan dostlarım neşe içinde rüzgarlara boğulurken.
Canetti, kişinin ölümlü olduğu bilgisine boyun eğmesi, güçleriyle onu ezen Tanrı'ya yakarması zavallılıktır der.
Bu da bana yeldeğirmenlerine saldıran Don Kişot'u anımsatıyor.
Gözüm mırıltılara boğulmuş, arada gözünü açıp beni kontrol eden kedimde...
ufuksuz bir yaşamdayım sanki
ne berisi ne de ötesi var.
Sonsuzluğa dönen yel değirmenleri gibi,
zamanı çevirir bir şeyler beklerim.

Yel bende yaşar, yel bende konuşur,
Sonunda yel ben olurum.
Umutlarım tükendiğinde Yanıtlarım bittiğinde,
Yaşam üzerine.

Çok yıllar önce yaşamı anlatmaya çabaladım bu şiirimde kendimce .

Tutku dolu, evreni anlayabileceğini kontrol edebileceğini sanan bir bilincin tükenişi, doğaya dönme ve uyum çabalarını görüyorum bugün o dizelerde.
Her varoluş, evrensel bir oyunun rolleri gibidir. 
''Herkese yeryüzünde oynayacağı rolü dağıtan Tanrısal bilgeliktir'' diyor Epiktetos.
Fakir, zengin, sakat ya da ünlü bir insan ya da hayvan ve daha niceleri.
Ama acaba evrende insan kadar ona verilen rolü irdeleyen varlık var mıdır?
......................................
Karşımda sinir bozucu bir rahatlıkla yatan Şanti, bir kez bile beni mutlu etmek için bir davranışta bulunmadı.
Ben ise hep birilerini mutlu etmek için çabaladım ama edemedim, edemezdim çünkü ben, bencilce salt kendimi düşünerek aslında bana uymayan bir rolü oynamaya çalışıyordum.
Hala kendi kendimin efendisi olamadım. Ama o, şu tüylü küçük şey bir parmak kadarken bile kimseyi kendi efendilik sınırları içerisine sokmadı.
Beni mutlu etmek için kılını bile kıpırdatmayacağını bilmeme karşın onun varlığının bile beni böylesi mutlu kılmasını anlamak zor.
Beş kardeşi arasından onu seçerken yaptıklarımı anımsadığımda utanıyorum.
Soyunun benimkinden daha gerilere uzanması hoşuma gitmişti ! Beneklerinin lokalizasyonu ölçtüm. Ağzında anomali, kalçasında çıkığı olup olmadığına baktım.
Ne kadar utanç verici şeylerdi...
Daha sonra çenesinde çarpıklık orta çıktı ve bir dişi kazma gibi hep dışarda.
O ise beni ve ona sunduklarımı daha ilk günümüzde bir ziyafetmiş gibi kabullendi.
Bilgelik üzerine sayfalar dolusu yazar ve konuşabilirim.
Ama bilmeden, bilgece yaşamanın mümkün olabileceğini Şanti'nin yaşamını izlerken fark ettim.
Uzak doğuda çok saygı duyulan yaşlı bir bilgeye, sabah kahvaltı sırasında öğrencisi sormuş; ölümsüzlüğün sırrı nedir? Ruh var mıdır? Ölünce aklımız olacak mı? Ruh bir enerji midir? Dünyada ilk varolan insan kadın mıydı?
Yaşlı bilge yanıtlamış- Kahvaltın soğuyor !

Bilgelik ve mutlu yaşam üzerine bugüne değin duyduğum en güzel yaklaşım.