Bugün yine Alabalık
vadisindeyim.
Karşımda tüm heybetiyle Giden
gelmez dağları uzanıyor.
Aşağılarda yarattığı kendi
kanyonunda köpük köpük akan Manavgat çayı var.
Dağın Üzümdere köyüne bakan
etekleri, ilkbaharda badem çiçekleriyle pembe pembedir.
Dört mevsimi burada
görmelisiniz; ben mevsimleri böylesine farklılıklarla sergileyen başka bir doğa
görmedim.
Sonbaharda çınarlar tüm
yapraklarından arınır, toprak sararır.
Yaz mevsimiyle birlikte
güzelim çay, yaprak yeşili akarken, kış çöktüğünde göğün yarattığı
köpüklü bir buz mavisine dönüşür.
Güneş doğarken, bulutların
yanınıza indiği bir yerde, uyanan kuşların cıvıltıları arasında oltanızı suya
atar ve beklersiniz.
Beklemenin bu denli keyif
verdiği başka bir zaman dilimi olabileceğini sanmıyorum.
Ve en güzeli, o anda önünüzde
uzanan yaşamı, tek başınıza yaşamaktan başka seçeneğiniz yoktur.
İlkbaharı, kışın
dinginliğinin farklılaşmaya başladığı bir dönem olarak görürüm.
Sular sakinleşirken, toprak
kokmaya başlar.
Çiğdemler birbiri ardına sarı
sarı gülümserken, kurumuşçasına duran dallar birbiri ardına filizleniverir.
Mayıs böcekleri, bir günlük
yaşamlarını sanki uzatmak istermişçesine şaşılacak bir çabayla uçuşmaya başlarlar.
Küstah bakışlı, kırmızı
benekli ala’larımız artık yemlere arkasını döner.
Birbiri ardına sıçrayıp mayıs
böceklerini kaparken, bizimle dalga geçerler.
Sonra cırcırböcekleriyle uzun
bir yaz başlar.
Katırtırnakları,
zakkumlarıyla sıcak ve bunaltıcı bir yaz.
Ama Üzümdere suları inadına
soğumaya başlar.
Artık dere boyunca, çınarların
kökleri arasından kaynayan sulara, toprağa uzanıp ağzını, burnunu sokarak
içmenin keyfi başlamıştır.
Sonbaharda sular sararır,
tembelleşir ve her yer göz alabildiğine yaprağa keser.
Sanki üzümdere yaprak olur,
yaprak akar.
Serinleyen rüzgarlarla birlikte,
cırcır böcekleri susar, balıklar suların kuytularına kaçar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder